Hasan Mesut Önder:
Birinci dünya savaşının mimarları Ortadoğu’yu gelecekte müdahale edebilmek için çözülmesi zor sorun alanları bırakarak bölgeden çekildiler. Üretilen devletlerin birçoğu yapay olarak kurulmuş ve topluluklar arasında etnik ve mezhepsel gerilim yaratılarak kurulan devletlerin yekpare bir güç olması engellenmiştir. Yönetim, siyasi meşrutiyetten yoksun otokratik yönetimlere bırakılarak, yönetici elitin toplum üzerinde her türlü baskı, şiddet ve anti-demokratik politikaların önü açılmıştır. Ortadoğu’nun jeo-ekonomik yapısı, bölgeyi büyük güçlerin mücadele alanına dönüştürmüştür. Ortadoğu kara jeopolitiği açısında kenar kuşağın merkez bölgesidir. Bütün büyük güçler dünya hâkimiyeti için Ortadoğu’yu jeopolitik ve jeo-ekonomik olarak kontrol altında tutmak zorundadır. Bu bölgeye hâkim olamayanlar devletlerin küresel güç olması pek de mümkün değildir.
Türkiye, bütün bu bölgeyi jeo-ekonomik, jeo-kültürel ve jeopolitik olarak kontrol altında tutmuş bir imparatorluğun bakiyesidir. Bu tarihsel sorumluğu cumhuriyetin ilk yıllarında değerlendiremeyen Türkiye, bölge ile bağları zayıflamış ve içe kapalı statükocu bir dış politikanın da etkisi ile bölgedeki etkinliği azalmıştır.
Osmanlıdan devralınan sorunlarla boğuşan Türkiye son dönemde içe kapanmanın toplumsal çözülmeye yol açacağını görmüştür. Türkiye toplumsal yapısı Ortadoğu’nun küçük bir prototipidir. Bu prototipin çözülmemesi için Ortadoğu’dan gelecek istikrarsızlık dalgalarını engellemek için bölge ile daha yakından ilgilenmeye başlamıştır.
Kendini içine kapanmış tarihin ve coğrafyanın verdiği sorumlukları yerine getiremeyen, sınırları içinde bekle gör politikası ile hareket eden Türkiye’nin bölgesel bir aktör olması mümkün değildir. Türkiye bekle -gör politikasından ve Pasifik, AB eksenli bir politikanın uygulayıcısı olmaktan da vazgeçmek zorundadır. Bölge ülkeleri ile birlikte ortak yaşamanın formülünü üretecek bir dış politika vizyonu geliştirmek zorundadır. Bu bağlamda Türkiye’nin hem dış hem de iç politikasının en önemli konusu Kürt sorunudur. Kürt sorunu Türkiye’nin Osmanlıdan devraldığı bir sorun olması hasebi ile tarihsel bir sorundur. Kürt sorununun birçok boyutu vardır bunlar; siyasi, ekonomik, hukuki, sosyal, kültürel dış politik birçok nedenleri vardır. Biz bu noktada Kürt sorunun dış politik nedenlerini tartışacağız.
Kürt sorunun uluslararası boyuta taşıyan nedenlerden en önemlisi aidiyet hissinin siyasi meşruiyet eksikliğidir. Ulusal kurtuluş savaşını birlikte yaptığımız bir toplumsal kesime karşı aidiyet hissini zedeleyen devlet uygulamaları yapılmış ve toplum kendini inkâr eden bir siyasi sisteme karşı içe kapanarak tepki vermiştir. Bölgedeki feodal düzenin ve katı toplumsal yapıların çözülememesinin sebeplerinde biride budur.
Diğer bir neden ise kendini vatandaş kabul etmeyen siyasi, kültürel ve kimlik haklarını tanımayan bir sisteme karşı kendi gerçekliği içinde yaşamayı tercih etmesidir. Devlet kültürel, siyasi ve kimlik haklarını tanımadığı vatandaşına karşı intibak etmeye çalıştığı batı medeniyetinin kültürünü, düşünce yapısını dayatması toplum ve devlet arasında siyasi kırılmalara neden olmuştur.
Bu siyasi kırılmalar neticesinde PKK ortaya çıktı. PKK Kürt sorununun ürettiği bir sonuçtur. Ülke içindeki bütün bu iç siyasi sorunlardan istifade eden güçler örgütü ve örgütle mücadele eden güçleri destekleyerek bu sorunun çıkmaza girmesini sağlamışlardır. Devlet terörle mücadeleyi salt güvenlik önlemleri içinde değerlendirip bu sorunun kaynağını bulmaya çalışmamıştır. Hem örgütü destekleyen hem de örgütle mücadele eden devlet güçlerine silah satan bir “Ortadoğu ülkesi “de bu sorunun kısır döngü halinde devam etmesini sağlamıştır.
Küresel aktörlerin PKK ve Kürt sorununa bakışları elbette aynı değildir. ABD bu sorunun Türkiye’nin iç meselesi olarak görürken, AB bu sorunu ayrıştırma projesi olarak görmektedir. ABD Türkiye’nin çok kültürlü çok dilli ve farklılıkların bir arada yaşadığı yeni bir model olmasını istemektedir. ABD’nin örgüte desteği Türkiye’nin bu minvalde dönüşmesini istemesidir. Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın seçim çalışmaları net bir biçimde izlendiğinde açık bir biçimde görülecektir. PKK ve Kürt sorununu çözmek için Kürt jeopolitiği içinde taraf olan aktörleri çok net okumak gerekmektedir. Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirilmesi, Eşref Bitlis paşanın öldürülmesi bütün bunlar Türkiye’nin Kürt sorunun çözümünde Irakla işbirliği yaparak Irak’ın kuzeyine ve PKK ya karşı ortak operasyon yapıp, bölgeyi yeniden kurgulanmasına düşüncesine karşı atılan taktik adımlardır. Eşref Bitlisin ölmeden önce Özal’a sunduğu proje bununla ilgili olduğu söylenebilir.
ABD, Kürt Jeopolitiğinin Türkiye’nin denetimi altından olmasını istemektedir. Demokratik açılım, Oslo ve Öcalan ile görüşmeler bu bağlamda değerlendirilmelidir. Ancak bu projeye karşı olan bazı AB ülkeleri de Türkiye’nin bu adımlarını baltalamaya yönelik faaliyetler yürüttüğü söylenebilir. Bu faaliyetlerin en önemlisi Kürt sorununu güvenlikçi yöntemlerle çözülebileceğine yönelik görüşlerdir. KCK operasyonları, güvenlikçi anlayışın bir ürünü olduğu söylenebilir. KCK operasyonları neticesinde ortaya çıkan 7 Şubat hadisesi de Türkiye içinde Kürt sorununa farklı bakan gurupların kavgası olarak değerlendirilebilir.7 Şubat hadisesi devlet kurumları içindeki farklı görüş ve grupların bu sorun üzerinden hesaplaşmasını göstermektedir. Bu durum Kürt sorununa karşı Türkiye deki devlet aktörleri arasında derin görüş ayrılığının olduğunu göstermektedir. Operasyonun teknik detayları incelendiğinde bir Avrupa ülkesinin bu operasyonlarda rolünün olduğu görülmektedir. Oslo sürecinde garantör ülkenin, daha sonra KCK operasyonlarında MİT’in haber elemanlarının angaje edip suça bulaştırması ve daha sonra KCK operasyonları yapan ekibe kontrollü bir şekilde sızdırması Türkiye’nin Kürt politikasının bazı AB ülkeleri tarafından tepki ile karşılandığını göstermektedir. Türkiye’nin son dönemdeki Kürt politikası güvenlikçi yaklaşımdan ziyade, daha kapsamlı ve kuşatıcı politikalarla bu sorunun çözülebileceğini göstermektedir. Barzani ile geliştirilen iyi ilişkiler, PYD ile KDP arasındaki anlaşmazlıkları çözmek için arabulucu olması Türkiye’nin çok kapsamlı bir Kürt politikasının olduğu anlaşılmaktadır. Kürt sorunu sadece Türkiye’nin iç meselesi olmaktan çıkmıştır. Bölgedeki Kürt unsurların içinde bulunduğu çatışma ve kargaşa durumundan çıkarmaya yönelik politikalar geliştirmesi doğru olacaktır.
Özetle Türkiye PKK ve Kürt sorununu çözerek hem iç siyasi açmazlarından kurtulmayı hem de Türkiye Kürtleri üzerinden Ortadoğu’daki Kürt jeopolitiğini kontrol altında tutmalıdır. Ortadoğu’daki Kürt jeopolitiğini kontrol edemeyen bir Türkiye Kürt sorunun çözmesi zorlaşacaktır. Türkiye sınırımızdaki Kürt nüfusunun barış ve istikrar içinde yaşamaları için gerekli politikaları üretmelidir. Bunun yanında bu bölgelere yönelik ekonomik yatırımlarla Türkiye’ye olan güveni ekonomik angajman politikaları ile sağlamalıdır.